31 Ağustos 2010 Salı

EVREKA

Nerdeyse 2 yıl önce blogumda(blogcu.com'daki eskisinde), "Merak Ettiklerim" kategorisi altına bir yazı eklemişim. Merak ettiğimi nihayet bugün öğrendim !

Neyi mi merak etmiştim? Şair Mithat Cemal Kuntay'ın Taksim Anıtı yapılmadan önce, anıtı yapacak olan heykeltraşa (Pietro Canonica) hitaben yazdığı şiiri biliyordum. Anneannemden öğrenmiştim. İlkokul yıllarında bu şiiri ezberlemiş olan anneannem, hala ezberinden söyleyebiliyor ama aynı şairin anıt tamamlandıktan sonra bir ikinci şiir daha yazdığını, o şiirin ezberinde kalmadığını söylüyordu. Google'da aramış, bulamamıştım...Bunca zaman blogdaki yazıma "şiiri ben biliyorum" diye yanıt veren de olmadı. Meğerse bu şiiri bilen birini bulmak için Mersin'e gitmem gerekiyormuş(evet, bu sıcakta Mersin'deydim).

Mersin'de bir kaç günlük tatil için konuk olduğum yazlık Şoray Sitesi'nin sakinlerinin ilginç bir adeti var: 30 Ağustos'ta sitenin önündeki Atatürk büstü önünde tören düzenleyip şiirler okuyorlar! Törende, başrolü site sakini ailelerin ilkokul öğrencisi çocukları ile epey olgun yaşta bir grup emekli öğretmen üstleniyor! İşte bu törendeki öğretmenlerden birisi Taksim Anıtı için yazılmış ikinci şiiri de ezberden söyleyebiliyordu! Nihayet öğrendim ki şairimiz, anıtı pek beğenmemiş; Atatürk'e övgü düzmeyi de iyicene abartmış ne... Başta Nursen Teyzem olmak üzere, 2 yıldır merak ettiğimi şiiri bulmama yardımcı olan herkese teşekkür ederim... Şiir, aşağıdadır:

ATATÜRK'ÜN HEYKELİ ÖNÜNDE
Seneler var, hani beklerdik, o heykel bu mudur?
Söndü sandıkları bir fecri yakan el bu mudur?
Bu mudur haykıran ağ yarıma Türk olduğuma?
Hani düşmüştüm, o bir hamlede kalırdı, bu mu?
Hani gördükçe kaçar hadisler, fırtınalar
Hani kim baksa görü, ufku aşan bir dağ var.
O mu sığmış ebediyen, bu taşın gövdesinde?
Bu mudur kalbime bir milleti basmış sine?
Hani haykırsa mezarlar uzanır, kalkarmış,
Hani bir darbede üç devri ayrılmış, yarmış,
Sağı bitmez gece olmuş, solu sönmez gündüz
Hani dün Akdeniz'in ürpererek baktığı yüz
Hani tarih ile takvimi aşıp Dumlupınar,
Gelecek günler isterse Sakarya'yla akar.
Hani hicranla his, hislerle dil vermiştir?
Hani bir millet o bir millete göstermiştir.
O kadar yükselmez hadisler, heykeller,
Ne tabiat, ne de sanat o kadar haykırmaz
Anlatırken seni bir abide kavrarsa biraz
Tuncunun dalgası, girdabı kalır yamyassı;
Ne demeksin, şaşırır vakaların natıkası!
Kalemin gür sesi ancak heceler maksadını!
Boya rüyanı görür, sayfa sayıkları adını!
Bilirim bir taşa sanatla sığar enginler,
Seni söylerse fakat taş kekeler, tunç inler!

MİTHAT CEMAL KUNTAY

Şairin anıt yapılmdan önce yazdığı şiir için tıklayınız.

24 Ağustos 2010 Salı

Bit Palas'tan

Elif Şafak demişken; son okuduğun romanı Bit Palas, en sevdiğim oldu. Elif Şafak kitapları kitabın bütünündeki kurgudan ötürü değil de içinde genel kurgudan bağımsız yazılıvermiş gibi görünen kimi bölümler, o bölümlerde dile gelmiş duygular, işlenmiş yan temalar ile kalıyor bende. Altını çiziveriyorum öyle yerlerin. Altını en fazla çizdiğim kitap sanırım Bit Palas oldu. İşte altını çizili bölümlerden biri.

"İnanç, tıpkı bir tren tarifesi gibi, özünde bir zamanlama meselesidir. Gar duvarındaki dairevi, heybetli, fildişi saat, insan ömrünün çeşitli zamanlarında vurur. Aynı saatlerde kalkar tren. Öğleden önce tek bir sefer vardır, çocuk yaşta bir inancı benimseyenler buna biner. Öğleden sonra bir kez daha kalkar tren; ergenlik döneminin huzursuz yolcularını da alıp götürerek. Sonra ta akşama kadar başka bir sefer olmaz. Akşam geldiğinde, insan ömründe ilk derin pişmanlıkların baş gösterdiği, işlenen cürümlerin telafisinin mümkün olmadığının anlaşıldığı, en kavi yuvaların tepe taplak devrildiği, ilk ciddi sağlık sorunlarının belirdiği saatte, üçüncü kez kalkar tren. Yolcuları nedense hep son dakikada telaşla biner buna. Ve nihayet geceyarısına doğru, kritik ameliyatlardan sonra ya da ölüme ramak kala, peş peşe iki sefer daha vardır. En kalabalık trenler bunlardır. Hiçbir istasyonda durmadan, şefaat ekspresiyle dosdoğru Tanrı’ya giderler. Akşam yolcularının aksine, gece yolcuları, kaçırmamak için trenlerini, ne olur ne olmaz hep önceden alırlar gardaki yerlerini. Ve vakit geceyarısını vurduğunda, çember tamamlanıp akrep ile yelkovan başlangıç noktasına vardıklarında, garın o hıncahınç kalabalığından tek tük inançsız kalmıştır geriye."

20 Ağustos 2010 Cuma

Kurgunun Politikası

Elif Şafak’ın 14 Temmuz 2010 günü, Oxford kentindeki Ted Konferanslarında* yaptığı konuşmanın videosunu izlemekten çok zevk aldım. Edebiyatın dili ile siyasetin dilinin ne denli farklı olduğundan; hikayelerin sınırların ötesine geçişinden; globalleşen dünyada kümelenerek yaşama eğilimimizden; bizi öteye taşımayan bilgi yığınlarının tehlikesinden; “ara” bölgelerin kıymetinden bahsettiği bölümler en sevdiklerim…

(Altyazı için videonun altındaki "View Subttitles" tıklanıp listede Turkish seçilecek)



*TED Konferansları : Dünyayla paylaşacak yeni, yaratıcı fikirleri olan ve dünyada önemli kabul edilen kişilerin 18 dakikalık birer konuşma ile bilim, kültür, iş dünyasından insanların oluşturduğu bir dinleyici kitlesine hitap ettikleri 4 gün süren konferanslar dizisi. ABD’deki bir sivil toplum kuruluşu organize ediyor. Her yıl iki konferans düzenleniyor biri baharda Kaliforniya ABD’de, diğeri yazın İngitere’nin Oxford kentinde. Sloganı: “Yayılmaya Değer Fikirler”. Bugüne kadar yapılmış konuşmalardan 700 kadarının videosu http://www.ted.com/ adresinden izlenebilir (Konuşmalar İngilizce ama yarısından fazlasının Türkçe altyazısı da var)

11 Ağustos 2010 Çarşamba

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Uğurlama

Ben altı üstü günübürlik Üsküdar gezimizi ballandıra ballandıra yazadurayım, yazıldığından çok daha hızlı geçiyor günler.. Üsküdar'ı anlatana kadar iki defa daha İstanbul'a bile gittim hatta bir düğün için tekrar gitmeye hazırlanıyorum şimdi... Geçtiğimiz günlerde gezmenin, işlerin, düğün derneklerin arasına bir de cenaze girdi. Ayten Teyze'yi kaybettik. Onu bu sayfalara tesadüfen gelmiş okuyanlar da tanıyor, eminim. Sanatın her dalıyla ilgiliydi, pek çok güzel şiirin, şarkı sözünün sahibiydi; en unutulmazı, Ali Şenozan'ın bestlediği aşağıdaki sözleri. Bir kere de buradan uğurlamak istedim Ayten Teyze'yi.

Hasreti yıllara sor
Irağı yollara sor
Beni ellere sorma
O mahsun kullara sor

Kınalı ellere sor
İncecik bellere sor
Dalında boynu bükük
Sararan güllere sor

O yanık türküne sor
Şu geçen ömrüne sor
Elde arama beni
A canım gönlüne sor.