28 Temmuz 2010 Çarşamba

Üsküdar: Beylerbeyi ve Kuşkonmaz Camileri

<< Önceki

Beylerbeyi Sarayı’nı gezdikten sonra az ilerisindeki iskelede bir balıkçıda oturup -çocukluğumdan beri Beylerbeyi’ne her gelişte yaptığımız gibi - midye-tava yemek için duruyoruz. Sonra daha önce yapmadığım bir şeyi yapıp, her zaman zarif görüntüsünü dıştan hep çok beğendiğim Beylerbeyi Camii’nin içine giriyoruz.

Camiye içerden de hayran oluyorum. Eşsiz manzaralı, aydınlık, çok güzel bir cami.Biz Beylerbeyi Camii desek de asıl adı Hamid-i Evvel Camii. Adından da anlaşılacağı üzere Osmanlı Sultanlarından I. Abdülhamit yaptırmış. Beylerbeyi Sarayı’ndan 87 yıl önce, Sultan Abdülhamit'in annesi Rabia Sultan anısına yaptırılmış bu güzel cami Beylerbeyi'nde tam denizin üstüne.

Beylerbeyi'nden sonra Üsküdar İskele Meydanı'na dönüp Harem'e doğru ilerliyoruz ve çayımızı deniz kenarında, Kuşkonmaz Camii'nin bitişiğindeki çay bahçesinde çay içerek sonlandırıyoruz. Mimar Sinan eseri olan minik Kuşkonmaz Camii bakımda olduğundan, medrese binasındaki kütüphane pazar tatilinden ötürü kapalı. Ama tam kıyıdaki bu minik caminin hikayesini anlatmadan geçmemek gerek. Bu yapılar topluluğunun asıl adı Şemsi Ahmet Paşa Külliyesi. Paşa, sadrazam Sokullu'nun rakibi. Kendisi devşirme olmayıp soylu bir Türk ailesine (Candaroğulları) mensup olduğundan kendini sadrazamlığa layık görürmüş. Aralarında hep bir çekişme olmuş. Bir gün Sokullu'ya takılmış yaptırdığı külliyeye kuşlar pislediği için....Yıllar sonra dillere destan sarayının yakınında bir külliye yapacağı zaman kendi camisinin kubbesini kuş pisliğinden nasıl koruyacağını düşünmeye başlamış. Mimar Sinan'a kuşların konmadığı bir yer olup olmadığını sormuş. Sahili uzun uzun incelemiş Koca Sinan, kuzey-güney rüzgarlarının kesiştiği yeri ve dalgaların kıyıya çarpmasıyla oluşan titreşimleri tespit etmiş; denize doğru kayma riski büyük olsa da cami oraya inşa edilmiş. Gerçekten de o noktadaki titreşimlerden rahatsız olan kuşlar caminin kubbesine konmuyorlarmış! Bir başka kaynakta ise caminin kubbesindeki kanalların yukarı hava üfleyip ses çıkardığını, kuşların bu sesten ürküp uzak durduklarını okudum. Aslı esası nedir bilemiyorum ama bir başka masalsı açıklama var ki, en hoşuma giden o oldu: Bu caminin yapımı sırasında 90'lı yaşlarında olan ak sakallı Koca Sinan, bizzat inşaatta çalışmış; bu sevimli minik yapı için büyük emek vermişti. Kuşlar, Sinan'ın ilerlemiş yaşındaki büyük gayretine saygılarından konup da pislemezlermiş caminin kubbesini.

27 Temmuz 2010 Salı

Üsküdar: Beylerbeyi Sarayı

<< Önceki

Bir sonraki ziyaret noktası, Beylerbeyi Sarayı. Sultan Abdülaziz'in yaptırdığı bir saray Beylerbeyi. Sultan Abdülmecit, Ihlamur Köşkü’nde tüberkülozdan hayatını kaybedince tahta çıkmıştır kardeşi Abdülaziz. Yeni padişah, ağabeyinin yaptırdığı -fakat içinde yalnız 6 ay oturabildiği- Dolmabahçe Sarayı’nda yaşar. Borçlar gırtlağa dayanmıştır ama olsun, ağabeyinin yapımına başladığı bir diğer saray olan Çırağan Sarayı'nı tamamlattığı gibi karşı kıyıda Beylerbeyi Sarayı'nı da yazlık olarak yaptırır Abdülaziz.

Nerdeyse tüm odaları deniz manzaralı bir saraydır Beylerbeyi. Abdülaziz gibi deniz sevdalısı bir sultana yakışır bir yer. Zamanında saraylar için olduğu gibi donanma için de masraftan borçtan kaçınmayan Abdülaziz, ısmarlayacağı gemilerin planlarını bile kendisi çizmiş, Osmanlı donanmasını İngiliz ve Fransız donanmalarından sonra devrin en büyük üçüncü donanması haline getirmişti. Padişahın deniz ve gemi tutkusu, selamlık bölümde tavanlara işlenen deniz ve gemi tabloları ile kendisini gösterir. Harem kısmında tavanlarda gemilerin, dalgaların yerine çiçekler alır.

Yazlık saray olduğu için sarayda kalorifer teşkilatı yok ama serinlik vermesi için ortada kocaman havuzu olan bir salonu var. Havuzun başında, Abdülaziz'in at üstünde bir bronz heykeli duruyor; işte bu heykel; Osmanlı döneminde yapılmış ilk padişah heykeli. Padişahın kendi heykelini yaptırmak gibi yeniliklere girişmesinde ve yeniliklere açık olmasında yaptığı seyahatlerin etkisi olmalı. Paris-Londra-Viyana'yı içeren bir Avrupa seyahatine çıkmış Sultan Abdülaziz 1867'de. Bu seyahat de bir ilk. Osmanlı tarihinde atına atlayıp ordusuyla sefere çıkan, çok uzaklara giden padişahlar olmuş ama trene-vapura binip resmi ziyaretler için seyahat eden ilk padişah, Abdülaziz olmuş. Özellikle gördüğü teknolojik yeniliklerden etkilenip döndüğünde modernleşme için önemli girişimlerde bulunmuş.

Abdülaziz'in Aşkı

Abdülaziz'in ünlü Avrupa gezisi sırasında Fransa Kralı III. Napolyon'un eşi Öjeni (Eugenie)'ye gönlünü kaptırdığı söylenir. Paris'teyken onu İstanbul'a davet etmiş ve iki yıl sonra İstanbul'da, Beylerbeyi Sarayı'nda buluşabilmişler! Öjeni, Süveyş Kanalı'nın açılış törenine gitmektedir (evet, Kızıldeniz ile Akdeniz'in birleşmesi de denizsever padişah Abdülaziz devrinde gerçekleşti); İstanbul'a uğrar. Teknesinin Boğaz'a girişi Selimiye Kışlasından atılan toplarla duyurulur tüm İstanbul'a. Abdülaziz, saltanat kayığına atlar karşılamak için. Ahırkapı yakınlarında gemiye ulaşıp imparatoriçeyi elinden tutarak saltanat kayığına bindirdiği ve Beylerbeyi Sarayı'na gelinceye dek elini bırakmadığı anlatılır. Onu Beylerbeyi Sarayı'na bırakıp, Dolmabahçe'ye döner Abdülaziz. Asıl saray dedikosu şimdi geliyor: Bir hafta süren ziyaret sırasında bir gece Abdülaziz'in kimseye haber vermeden saltanat kayığına bindiği, Dolmabahçe'den Beylerbeyi'ne geçtiği söyleniyor. Sabaha karşı dönmüş Dolmabahçe'ye ve ertesi gün Cuma selamlığına kadar uyandırılmamasını söylemiş. Beylerbeyi'nde yaşanan bu ilişki, o günlerde pek çok dedikoduya, sonradan romanlara konu olmuş... Ne var ki Öjeni'nin ziyareti kısa sürmüştür; Pertevniyal Sultan'ın (Abdülaziz'in annesi) "Senin kocan yok mu be kadın" diye çıkışması üzerine imparatoriçe toparlanıp gider. İstanbul'a tekrar geldiğinde 90 yaşını aşmış, Fransa'dan sürülmüş bir kadındır; Abdülaziz çoktan tahttan indirilmiş ve hayatını kaybetmiştir; Abdülaziz ile tekrar hiç biraraya gelemezler.

Abdülhamit'in Ölümü

Abdülaziz Öjeni aşkının yaşandığı yer olan Beylerbeyi Sarayı, yeğeni II. Abdülhamit'in ise hapishanesi olmuştur. Sultan, 31 Mart Olayı'nın ardından 1909'da tahttan devrilip ailesiyle Selanik'e gönderilmişti ama 3 yıl sonra Balkan Savaşı'nda Selanik'in elden çıkmasından az önce Yunanlılar'a esir düşmemesi için apar topar İstanbul'a getirtilir. İstanbul'a getirildiğinde nerede kalacağı sorun olmuştur. İstemese de yazlık bir mekan olan Beylerbeyi Sarayı'nda yaşamaya mahkum olur. Kendisi 10 yaşındayken veremden ölen annesi Tirimüjgan Sultan'ın hayatını kaybettiği yerdir Beylerbeyi Sarayı. Abdülhamit, annesinin öldüğü odaya yerleşir. Yapayalnız yaşar. Ailesiyle yalnızca bayramları görüşmesine izin verilmektedir. Ömrünün son 5,5 yılını sarayda geçirir annesinin öldüğü odada 77 yaşında hayata veda eder.

Sonraki >>

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Üsküdar: Fethipaşa Korusu

<< Önceki
Fethi Paşa Korusu, Paşalimanı Caddesi üzerinde. İçindeki köşklerle birlikte belediye sosyal tesisi olarak kullanılıyor. Üsküdar gezimizde dinlenme ve dondurma yeme molasını koruda verdik. O kadar yürüdükten sonra tırmanılacak basamaklı yolu görünce ürktük ama neyse ki çok uzun bir tırmanma gerektirmiyordu.

Korunun ve köşklerin eski sahibi Ahmet Fethi Paşa, Osmanlı sarayına damat olmuş bir devlet adamı. Sultan II. Mahmut sarayda öğrenim görmüş, batı kültürüne açık, zarif biri olan Ahmet Fethi Paşa'yı 16 yaşındaki kızı Atiye Sultan'a uygun görmş. Padişahın isteğine karşı çıkmak ne mümkün! Paşa zaten evli ve çocuklu olmasına rağmen eşi Şemsinur Hanım'ı bırakıp Atiye Sultan ile büyük bir düğün ile evlenmiş. Dolmabahçe sırtlarında yapılan şenlikler bir hafta sürmüş. Artık saraya damat olan Paşa, Kuzguncuk'ta özene bezene içini yaptırdığı köşkü bırakıp yeni eşine tahsis edilmiş saraya (yanılmıyorsam Arnavutköy'deki Akıntıburnu Sarayı'na) yerleşmiş. 10 yıl sürmüş evlilikleri. Atiye Sultan 26 yaşında hayatını kaybedince; Paşa Kuzguncuk'taki pembe yalısına dönmüş.

Çok renkli bir kişilik Damat Ahmet Fethi Paşa. Elçi olarak Viyana'da, Paris'te görev yapmış; gittiği yerlerden, tablolar, heykeller ısmarlamış; sanat eserleri ile donatmış evini. O sıralarda Dolmabahçe Sarayı'nı inşa ettiren Abdülmecit (yandaki resim), o kadar beğenmiş ki evi; yaptırdığı yeni sarayın döşenmesi görevini kendisine vermiş.

Kışları yalıda geçiren Fethi Ahmet Paşa, bu korunun içinde, en tepedeki köşkü yazlık olarak kullanırmış; toplam 3 köşk yaptırmış korunun içine. Eskiden koru ile yalı arasında üstü kapalı bir ahşap köprü ile geçirmiş.

Fethi Paşa'nın Aya İrini'de kurduğu müze ile Türk müzeciliğine, Sultanahmet'te başlattığı arkeolojik kazılarla arkeolojiye, Beykoz'daki cam fabrikasını yöneterek çeşm-i bülbül üretimine yaptığı katkıları da anıp Beylerbeyi Sarayı'na gitmek üzere bir minibüse biniyoruz.

Sonraki >>

20 Temmuz 2010 Salı

Üsküdar: Paşalimanı Caddesi'nde

<< Önceki


İki camiden sonra istikamet, Fethi Paşa Korusu. İskeleden koruya doğru Paşalimanı Caddesi boyunca yürüye yürüye ilerliyoruz. Yol üstünde, devlet tiyatrolarının - varlığından haberim bile olmayan- bir sahnesi çıkıyor karşımıza. Üsküdar Tekel Sahnesi. 2009’da açılmış. Harabe halindeki eski Tekel deposu, çok şık bir tiyatro sahnesi haline gelmiş. Girişe binanın eski işlevinden hatıra objeler yerleştirilmiş; sahnenin gişesini ,fuayesini görüp beğendim; bir oyun izlemeye gelmek de kısmet olur diye umuyorum. Yalnız, bu güzel binanın büyük bir otopark sorunu var, o nasıl halledilir bilemiyorum(fotoğraf, tekel bınasının restore edilmeden kalmış bölümü)


Tiyatronun hemen yanıbaşındaki ahşap camiinin adı “Silahtar Abdurrahman Ağa Camii”. Abdurrahman Ağa, III. Mustafa’nın silahtarı imiş. Son derece sevimli bir yapı ama kapısı kapalıydı içeri giremedik.


Az ilerde, Hüseyin Avni Paşa Çeşmesi bizi bekliyor. Çeşmeyi yaptıran paşanın bu yakınlarda bir yalısı varmış ama günümüze kadar gelememiş. Kendisi, Tanzimat Dönemi’nin ünlü bir devlet adamı. Ben onu ilk, Sultan Abdülaziz’e duyduğu büyük kinle hatırlıyorum. Günahı boynuna, kimine göre bir rüşvet iddiasından ötürü, kimine göre bir kadınefendiye sarkıntılık ettiği için ordu kumandanı iken görevden alınmış, rütbeleri sökülüp, hatta yalısı elinden alınıp memleketi Isparta’ya gönderilmiş kendisi. Bu olaydan sonra “kinim, dinimdir” diyecek kadar kin duymuş padişaha. Padişah ise, ona tekrar görev vermek, hatta sadrazamlığa kadar getirmek zorunda kalmış ama bu kin dinmemiş; 1876’da Abdülaziz’i tahttan indiren hükümet darbesinin liderleri arasında Hüseyin Avni Paşa yer almış. Malum, darbeden birkaç gün sonra Abdülaziz şüpheli bir şekilde ölür; çok geçmez eşi Neşerek Kadınefendi de hayatını kaybeder.

Hüseyin Avni Paşa’nın sonu ise Neşerek Kadın Efendi'nin erkek kardeşi Çerkez Hasan’ın elinden olur. Kardeşinin ve eniştesinin intikamını almak üzere baştan aşağı silahlı bir şekilde hükümet toplantısının yapıldığı Mithat Paşa Konağı’nı basan Çerkes Hasan’ın yağdırdığı kurşunlar ile can veren Hüseyin Avni Paşa, Süleymaniye Camii bahçesine defnedilir (yandaki, doğumyeri Isparta'daki bir büstü) .


Çeşme vesilesi ile Hüseyin Avni Paşa’yı andık, Ahmet Fethi Paşa Korusu’na az bir yol kaldı. Bir dahaki yazı da Ahmet Fethi Paşa hakkında olsun. Sahi, Paşalimanı adını hangi paşadan alıyor acaba: Hüseyin Avni Paşa mı, Ahmet Fethi Paşa mı yoksa bir başka paşa mı?!

Sonraki >>

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Üsküdar: Gülnuş Sultan'ı Ziyaret 2

<< Önceki

Yeni Valide Camii'nde avlu, avlu içinde. Ağaçlı- çiçekli dış avlunun keyfini en çok kediler çıkarıyor. Caminin iç avlusuna açılan kapılara merdivenlerle ulaşılıyor. Ortası şadırvanlı, mermer sütunlu iç avluda durup biraz nefes alıyoruz, notlarımızı karıştırıyoruz. Artık içeri girmeye hazırız.

İçerde fotoğraf çekmek yasak; bunun vaktiyle camiden çalınan çinilerle bir alakası var galiba...Kadınlara ayrılmış üst kısmına çıkış için merdivenleri buluyoruz, ne kadar dar, dik, yüksek merdivenler öyle...! Zaten pek çok kişi çıkamıyor, alt katta kalıyormuş biz çıktık, camiinin kubbesine biraz daha yaklaştık, çıkamayanlar caminin güvenlik görevlisiyle sohbeti ilerletti... Çalıştığı camideki müezzinin sesinin güzelliği ile övünüyor görevli. Akşamüstü tekrar iskele meydanı'na geldiğimizde kendi kulaklarımızla işittik ve kendisine hak verdik ama hangi caminin müezzininin sesidaha güzel bilemedik. Mihrimah Sultan ve Yeni Valide Sultan camilerinin müezzinleri ezanı düet yapar gibi karşılıklı okuyorlar ve ustalıklarını yarıştırıyorlar sanki. Çifte ezanı ilk defa geçen yaz Sultanahmet'te işitmiştim. Firuzağa ve Sultanahmet Camiilerinde öğle-ikindi-yatsı vakitlerinde çift ezan okuma geleneği var... Mihrimah Sultan ve Yeni Valide Camii'lerinde ise öğle ve ikindide çift ezan okunuyormuş... Gerçekten insanın içine dokunan bir dinleti.

Güvenlik görevlisi, kuşevlerini göstermek için caminin dışında bize rehberlik ediyor. Yeni Valide Camii'nin çok önemli bir özelliği, dışındaki kuş evleri. Caminin etrafında dolaşıp İstanbul'un belki de en güzel kuşevlerini görüyoruz. Kuşlara bu zarif yuvaları yapmak, Gülnuş Sultan'ın özel isteği miydi, mimarın arzusu muydu merak ediyorum. Kanatlı dostlara küçük birer yuva değil, birer saray yapılmış, hatta iki yanı minareli birer ibadethane bile yapılmış! (Az önce Mihrimah Sultan Camiii'nin avlusunda günümüzde yapılmış bir büyük kuşevi görmüştük ama o, iki direk üstünde 25 odacıklı bir şey, TOKİ evlerine benziyor. Zaten kuşevleri, dönemin mimiarisini, o kuşevini yaptrının zevkini, inceliğini yansıtırmış o yüzden şaşırmıyorum 2000'lerde yapılan kuş evi ile Lale Devri'nin hemen öncesinde yapılan kuşevlerinin estetik farkına).

Sonraki >>

15 Temmuz 2010 Perşembe

Üsküdar: Gülnuş Sultan'ı Ziyaret 1

<< Önceki

Mihrimah Sultan Camii'nden çıkınca, yanındaki merdivenli sokak, sokağın başındaki sevimli evin önünde fotoğraf çekiyor; ama gizemli merdivenlerin çağrısına kulaklarımızı tıkıyor ve planımıza sadık kalıyoruz: Yeni Valide Camii'ni görmeye gideceğiz.

Yaklaşık 160 yaş daha genç olan bu cami, Mihrimah Sultan Camii gibi bir setin üstünden seyretmiyor meydanı, tam çarşının içinde yer alıyor. Cami avlusuna açılan kapılar Çarşı Kapısı, Uncular Kapısı, Mektep Kapısı gibi isimlerle anılırmış, nasıl da günlük hayatın ortayerinde olduğu kapılarının isimlerinden bile belli...

Camiye adını veren Gülnuş Sultan, Osmanlı sarayının en mesut kadınıydı diyorlar. Venedikli bir ailenin kızı iken 5 yaşlarında cariye olarak yetiştirilmek üzere İstanbul'a gelmiş. Girit'in Resmo kentini fetheden komutan, zaferin şerefine bir gemiyle saraya hediye olarak göndermiş onu başka kızlarla birlikte. İyi bir eğitim alıp padişaha eş olacak cariyeler arasına girmiş. IV. Mehmet hayatı boyunca onu sevmiş, pek meraklısı olduğu avlara giderken bile onsuz yapamamış, gümüş kupa içinde eşi Gülnuş'u da götürmüş...Seferlere de birlikte çıkmışlar, 9 yaşındaki oğlu Mustafa'nın elinden tutup Hotin Seferi'ne katıldığında hamile olan Gülnuş Sultan, Osmanlı tarihinde hamile olarak sefere katılan ilk haseki olarak tarihte yerini almış! İkinci oğulları Ahmet, işte bu sefer sırasında Hacıoğlupazarı kışlağında (bugünkü Bulgaristan'da) dünyaya gelir. Padişah, fethettiği topraklarda camiye çevirdiği kiliselere, ikinci oğullarıın dünyaya getiren sevgili hasekisinin adını verir.

Gülnuş Sultan sevmenin sevilmenin tadını çıkarmış olacak, komşu külliyeyi yaptıran Mihrimah Sultan'ın aksine devlet işlerine hiç karışmayan bir saray kadınıymış; ne eşinin, ne oğullarının saltanatında.... Saray kadınlarının devlet işlerine karışmasını "zararlı" gören tarihçiler, ondan "örnek bir saray kadını" diye bahsediyor.

Ardı ardına iki oğlu da Osmanlı tahtına oturduğundan, hayatında 2 defa ve toplam 20 yıl süreyle Valide Sultan olmuş. Ancak kocası ile oğullarının saltanatı arasında saraydan uzaklaştırılıp ailecek hapis tutuldukları mutsuz bir dönem de var hayatında (Kocası 1687'de tahttan çekilmek zorunda kaldığında, Osmanlı tahtına sırayla IV. Mehmet'in kardeşleri II. Süleyman ve III. Ahmet oturur; Gülnuş Sultan, kocası ve oğullarıyla Edirne'de hapis yaşamı sürer).

Yedi yıl süren bu dönem, oğlu Mustafa'nın tahta çıkması ile son bulur. Artık Valide Sultan olmuştur. Oğlu Galata'da bir cami yaptırır anasına ama günümüze gelememiş bu yapı. 8 yıl sonra tahttan çekilmek zorunda kalır II. Mustafa; onun yerini alan; ana-baba bir kardeşi Ahmet'tir. III. Ahmet de (resmi yanda) bir külliye yaptırmış annesine; işte Üsküdar İskele Meydanı'nda gezdiğimiz cami onun yaptırdığı külliyenin parçasıdır.



Sonraki >>

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Üsküdar: Mihrimah Sultan'ı Ziyaret 3

<< Önceki

Tekrar avluya çıktık; dört dönüyoruz caminin etrafını. Güneş saatini bulmaya çalışıyoruz. Sonunda bulduk. 1769’da mermer bir levhaya çizilmiş saat ve Mihrimah Sultan Camisi’nin duvarına asılmış. Üzerine pek çok çizgi çizilmiş bir levha, bu levhaya bakıp namaz vakitlerini nasıl anlıyorlardı fikrim yok ama bu saat türünün en güzel örneklerinden biriymiş diyorlar; Saatizade Muhammed Arif’in eseriymiş.


Saati bulduktan sonra derdimiz, Kaptan-ı Derya Sinan Paşa’nın mezarını bulmak. Sinan Paşa, Rüstem Paşa’nın kardeşi. 1553’te ölümüne kadar 3 yıl kaptan-ı deryalık yapmış Kanuni devrinde. Trablusgarp fatihi Turgut Reis ondan daha parlak bir denizci olarak kabul edilse de sadrazam kardeşi olması, Sinan Paşa’nın bu göreve getirilmesinde etkili oldu herhalde. Tabi ya anlatmadım henüz, Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa ile Mihrimah’ın ayrılığı çok uzun sürmemiş, Rüstem Paşa İstanbul’a atanınca karı-kocanın ayrılığı sorun çözülmüş. Hem de sadrazam olarak gelmiş Rüstem Paşa! Bu işi Mihrimah ve Hürrem Sultan birlikte ayarlamışlar… Sadrazam Rüstem Paşa Osmanlı’da rüşvet almadan hiçbir makama atama yapmaması ile tarihe geçmiş bir devlet adamı. O yüzden Kaptan-ı Deryalığa kardeşi Sinan Paşa’nın hakkıyla atandığına hiç ihtimal vermiyorum. Zaten Mihrimah Sultan’ın dünyanın en zengin kadını olması, biraz da Rüstem Paşa’nın hayatı boyunca rüşvetle küpünü doldurmasından geliyor. Her ne hikmetse Sinan Paşa, 1553’te öldüğünde mirasını son derece zengin olan Mihrimah Sultan’a bırakmış. Cenazesi de getirilmiş, Mihrimah Sultan Camisi’nin bahçesine gömülmüş. Aslında kendi yaptırdığı ve adını taşıyan bir külliyesi var Beşiktaş’ta. Ama öldüğünde orası henüz inşa halindeymiş. 1555’te tamamlamış Koca Sinan bu eseri.

Mezarı bulamayınca, güvenlik görevlilerine sorduk, “işte orada, koca kavuklu olan, Sinan Paşa’nınki” dediler. Baktık, parmaklıklar arasından fotoğraf çekemiyoruz, bizi mezarlığın içine götürüp tek tek mezarları anlatan bir güvenlik görevlisi geldi, gezdirdi. Hazirede ailesiyle birlikte yatan ünlü bir hattat (adı aklımda kalmadı), Kayserili bir din adamı gibi gibi kişiler var; Sinan Paşa'dan başka asker yok (mezartaşlarındaki başlıklardan anlıyoruz.) Mihrimah Sultan mı? Onun mezarı burada değil, Edirnekapı'daki külliyesinde de değil, hayır eşi Rüstem Paşa'nın Şehzade Camii avlusundaki mezarının yanında da değil; Süleymaniye'de. O, babası Kanuni'nin yanında, annesi Hürrem Sultan ile birlikte tıpkı hayattayken olduğu gibi.

Sonraki>>

13 Temmuz 2010 Salı

Üsküdar: Mihrimah Sultan'ı Ziyaret 2

<< Önceki
Sinan, Mihrimah Sultan için yaptığı bu ilk külliyeye iki minareli bir cami yapmış; diğer yapıları caminin etrafına serpiştirilmiş. Bunlardan medrese (şimdi bir sağlık merkezi), sıbyan mektebi (şimdi çocuk kütüphanesi) bir de türbe günümüze gelmiş; diğer yapılar (han, imarethane, tabhane) artık yoklar. 8 sene sürmüş inşaat.

İnşaat süredursun; 1543’te Kanuni’nin çok sevdiği veliahtı Manisa Sancak Beyi Şehzade Mehmet, 23 yaşında çiçek hastalığından hayatını kaybeder. Padişah başmimarından oğlu için bir külliye inşa etmesini ister; iki külliyenin yapımını birlikte sürdürür Mimar Sinan. Eminönü Şehzadebaşı’nda, “çıraklık eserim” dediği Şehzade Camii ve külliyesini (yandaki resim) ile Üsküdar Mihrimah Sultan külliyeside aynı yıl tamamlamayı başarır. Biz Mihrimah Sultan Camisi’ne dönelim.

Cami, iskelenin karşısında; yüksekçe bir setin üstünde meydanın koşuşturmasını izliyor. Caminin avlusuna merdivenlerle çıkılıyor. Ben dün ordaydım ama saymak aklıma gelmedi; Evliya Çelebi 400 yıl öncesinden bildiriyor; 11 basamak varmış…. Bir kere daha anlıyorum ben gezginlikte, gezip gördüğün aktarmada Evliya Çelebi’nin tırnağı dahi olamam! Denize nâzır bir şadırvan var caminin önünde. 20 musluklu şadırvan (tahmin edebileceğiniz gibi ben saymadım, Evliya Çelebi saymış), belki de İstanbul’un en güzel abdest alma yeri.

Şadırvanın arkasında caminin revaklı bir girişi var. İşte bu bölümde süslü bir mezar dikkat çekiyor. Rüstem Paşa’nın, daha önceki evliliğinden olan oğlu Osman Bey’e ait bu mezar. Rüstem Paşa, karşısına padişah kızı ile evlenme fırsatı çıkınca ilk eşinden ayrılıp da mı Mihrimah Sultan ile evlenmiş doğrusu merak ettim ama bir bilgi bulamadım. Caminin yanındaki hazirede başka mezarlar da var ama onlara sonra bakacağız, şimdi içeri giriyoruz.

Kubbesindeki zengin süslemeler, pencerelerindeki renkli vitraylar caminin içinden aklımda kalanlar. Çok güzel ama biraz loş bir cami. Mihrimah Sultan da camiyi karanlık bulmuş. Mimar Sinan, bunu hiç unutmamış ve 15 yıl kadar sonra Mihrimah Sultan, kendisinden adını taşıyacak ikinci bir cami yapmasını istediğinde o güne kadar yaptığı yapacağı tüm camilerden aydınlık bir cami yapmış Edirnekapı'da.



Sonraki >>

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Üsküdar: Mihrimah Sultan'ı Ziyaret 1

Sonraki >>

Pazar günü dört ayrı şehirden, dört kişi Üsküdar İskelesi’nde buluştuk (Üsküdar semtindeki iskeleden bahsediyorum, Beşiktaş’taki Üsküdar vapurlarının kalktığı iskele değil).

İlk işimiz, iskelenin tam karşısındaki Mihrimah Sultan Camisi’ni ziyaret etmek oldu. Önce bu zarif yapıyı yaptıran Osmanlı prensesinden bahsedelim. Ne çok hikâye var onunla ilgili.

Mihrimah Sultan, Kanuni ile Hürrem’in tek kızı (Kanuni-Hürrem çifi, yandaki resimde). Derler ki babası bir yanağını güneşe, bir yanağını aya benzetti, bu yüzden ona “Mihrimah” dedi (Farsça mihr güneş; mâh, ay demek). Bir dediği iki edilmeden büyüyen hanım sultan, 1539’da 17 yaşında iken kendinden 22 yaş büyük Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa ile evlendirildi. O kadar kolay olmamıştı evlilikleri. Rüstem Paşa’nın düşmanları bu evliliğe engel olmak için paşanın cüzzamlı olduğunu bile iddia etmişler! Ama Kanuni öyle her söylentiye inanacak olsa Kanuni olmaz; adamlarını göndermiş Diyarbakır’a, padişah-kızına talip olan valiyi tepeden tırnağa inceletmiş. Damat adayını görmeye Diyarbakır’a giden padişahın adamları, Rüstem Paşa’nın üstünde bit bulmasınlar mı? Bulsunlar! Çünkü, cüzamlıda bit yaşamazmış (bilmiyorum bugünkü tıp da bunu doğruluyor mu ama o zamanın hekimbaşısı böyle buyurmuş). Paşa’nın üstünde bulunan bit, cüzzamlı olmadığının kanıtı olmuş; Bitli Vali Rüstem Paşa böylece saraya damat olabilmiş. Kanuni, şehzadeleri Cihangir ve Beyazid’in sünnet düğünleri ile birlikte At Meydanı’nda yapmış ablaları Mihrimah’ın düğününü.

Mihrimah Sultan, Rüstem Paşa ile evlenmiş evlenmesine ama Diyarbakır’a kocasının yanına gitmemiş. Artık kendi mi gitmek istememiş, yoksa babası mı biricik kızından ayrılmak istememiş bilmiyoruz. Halbuki âdet, padişah kızlarının evlendiklerinde saraydan ayrılıp eşlerinin görev yeri neresiyse oraya gitmeleri imiş. Eskiden şehzade anaları da oğulları büyüyünce sarayda durmaz; şehzadenin valilik yapmak için görevlendirildiği sancağa onunla birlikte giderlermiş ama Kanuni’yi ne eşi Hürrem yalnız bırakmış, ne kızı Mihrimah; her ikisi de İstanbul’dan ayrılmamışlar.

Bir söylentiye göre Mimar Sinan kendinden 33 yaş küçük bu genç prensese derin bir aşkla bağlanmış. O zamanlar Sinan, sarayın başmimarlığına henüz yeni getirilmiş evli barklı bir adamdır ama ne yaş farkı, ne evliliği aşkına engel değildir. Ne yazık ki Koca Sinan’ın şansına sevdiği prenses ile evlenmek değil, onun için zarif binalar yaratmak düşmüştür.

Mihrimah Sultan, devrinin en zengin kadınıdır; zenginliğinin hakkını vermiş, İstanbul’a iki külliye birden armağan etmiş! Her ikisini de Koca Sinan’a yaptırmış. Külliyelerden ilkini, evlendiğinin hemen ertesi sene sipariş etmiş Mimar Sinan’a. İşte, Üsküdar gezimize bu külliyeden başladık.
Sonraki >>