21 Aralık 2010 Salı

Hiç Kimsenin Öyküsü

Son zamanlarda gördüğüm en güzel oyun, Bursa Devlet Tiyatrosu'nda izlediğim Hiç Kimsenin Öyküsü. Prömiyerini geçen ay yapan tek perdeli, iki kişilik oyunun tamamı bir tren kompartmanında geçiyor.
Birbirine yabancı iki "Merevne" yolcusu, aynı kompartmanda seyahat etmektedir. Kibar kibar konuşan ve bir an önce evlerine dönmek için sabırsızlanan beyler, pek çok ortak noktaları olduğunu farkederler. Daha önce tanışmamış olsalar da aynı küçük şehirde yaşayan, uzun zamandır evden uzakta, yorgun iki adam tesadüfen aynı kompartmanda buluşmuştur. Rahat etmek için üzerlerindeki fazlalıkları çıkarıp masaya bıraktıklarında garip bir ortaklıkları daha ortaya çıkar: ikisi de bellerinde silah taşımaktadır! Silahlar bir kere yerlerinden çıkınca oyunun seyri değişir, sahnede silah varsa elbetteki eninde sonunda patlayacaktır...
Sadece 50 dk. süren oyun boyunca onlar savaşı, askerliği, onuru, onursuzluğu, gücü, ölmeyi, öldürmeyi, intiharı sorgularken izleyici olarak oturduğumuz yerde gerilip yoruluyoruz. Üstelik benim izlediğim gece salonu Işıklar'dan gelmiş bir er-erbaş grubu doldurmuştu. Önümde arkamda, sağımda solumda boynunda künyesi ile oturan gençlerle birlikte olmak ne bileyim neden bir kat daha fazla gerdi beni. Avrupa Tiyatrolar Birliği, boşuna "Avrupa'nın En İyi 120 oyunu" listesinde yer vermemiş bu esere.

– Dün karşınıza çıkmış olsaydım, vurmayacak mıydınız beni?
– O zaman savaş vardı.
– Evet, savaş vardı ve bu sizin suçunuzu örtüyordu değil mi?

20 Aralık 2010 Pazartesi

..



.................................
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir.

Mehmet Akif ERSOY

(20 Aralık 1873 - 27 Aralık 1936)

13 Aralık 2010 Pazartesi

Kitaplarda Ölmek


..............

O şimdi kitaplarda
Bir çizgilik yerde hapis,
Hala mı yaşıyor, korunamaz ki,
Öldürebilirsiniz.

Behçet NECATİGİL
(16 Nisan 1916 - 13 Aralık 1979)

4 Aralık 2010 Cumartesi

Zincirli Çınarın Zinciri

Bursa'nın anıt çınarlarından en sevdiğim, işyerimin hemen yakınında. Yıllardır karar veremedim; Çekirge Caddesi'nden Stadyum'a doğru yokuş yukarı gelirkenki görüntüsü mü daha güzel, Stadyum Caddesi boyunca Altıparmak'a doğru çıkarkenki görüntüsü mü... Kocaman gövdesinin alt tarafındaki dallar budanmış; adam boyundan yukarılardan itibaren koca koca dalları başlıyor, civardaki 7-8 katlı binalardan bile yükseklere uzanıyorlar. Ama her nedense (belki alt dalları budandığından) koca ağacın varlığı üzerinde bulunduğu meydanda çok güçlü bir şekilde hissedilmiyor; ancak aşağıdaki caddelerden ona doğru gelirken trafiğin keşmekesinden başını kaldırıp bakanlara kendini belli ediyor; o yüzden bana çok alçakgönüllü bir canlı olduğu izlenmi veriyor. Yaşı 250'ye varsa da hayata o kadar bağlı ki; yaşlı gövdeden baharda tazecik yapraklar çıkıyor.


Bilenler bilir, Bursa anıt çınarlarının genellikle bir adları, hikayeleri vardır: Yağcılar Çınarı, Eskici Baba çınarı, Ulufeli Çınar... gibi. Bu çınarın adının Zincirli Çınar olduğunu birinden duymuştum, ama nedenini bir türlü öğrenememiştim. Meğer nedeni gözümün önündeymiş, ağacın gövdesinden sarkan bir zinciri varmış?! Sonunda bu bilgiyi bir yerde okuduktan sonra bu sabah ağacın yanına kadar gidip bakınca Altıparmak Caddesi yönündeki kocaman zinciri farkedebildim! Evet, bu çınar gerçekten de "zincirli".





Zamanında ağaç gençken gövdesine asıldığı tahmin edilen zincir, gövdeyle kaynaşmış durumda; yerden epey yüksekte bir küpe gibi sallanıyor. Vaktiyle buralarda bir mescit, zaviye varmış; zincirin o vakitlerde asıldığı, kurban edilen adakların derisini yüzmek için kullanıldığı tahmin ediliyormuş... Merak ettiğim bir şeyin daha cevabını öğrendim ve rahatladım sonunda; makinem yanımda değildi, fotoğrafını çekemedim; hem zaten zincirli çınarın zincirini görmek isteyenler bir zahmet yanına kadar gitsin değil mi?

İTİRAF: Yazıyı eklerken aslında üşengeçliğimden fotoğraf yüklememiştim, işte ekliyorum.