Son zamanlarda gördüğüm en güzel oyun, Bursa Devlet Tiyatrosu'nda izlediğim Hiç Kimsenin Öyküsü. Prömiyerini geçen ay yapan tek perdeli, iki kişilik oyunun tamamı bir tren kompartmanında geçiyor.
Birbirine yabancı iki "Merevne" yolcusu, aynı kompartmanda seyahat etmektedir. Kibar kibar konuşan ve bir an önce evlerine dönmek için sabırsızlanan beyler, pek çok ortak noktaları olduğunu farkederler. Daha önce tanışmamış olsalar da aynı küçük şehirde yaşayan, uzun zamandır evden uzakta, yorgun iki adam tesadüfen aynı kompartmanda buluşmuştur. Rahat etmek için üzerlerindeki fazlalıkları çıkarıp masaya bıraktıklarında garip bir ortaklıkları daha ortaya çıkar: ikisi de bellerinde silah taşımaktadır! Silahlar bir kere yerlerinden çıkınca oyunun seyri değişir, sahnede silah varsa elbetteki eninde sonunda patlayacaktır...
Sadece 50 dk. süren oyun boyunca onlar savaşı, askerliği, onuru, onursuzluğu, gücü, ölmeyi, öldürmeyi, intiharı sorgularken izleyici olarak oturduğumuz yerde gerilip yoruluyoruz. Üstelik benim izlediğim gece salonu Işıklar'dan gelmiş bir er-erbaş grubu doldurmuştu. Önümde arkamda, sağımda solumda boynunda künyesi ile oturan gençlerle birlikte olmak ne bileyim neden bir kat daha fazla gerdi beni. Avrupa Tiyatrolar Birliği, boşuna "Avrupa'nın En İyi 120 oyunu" listesinde yer vermemiş bu esere.
– Dün karşınıza çıkmış olsaydım, vurmayacak mıydınız beni?
– O zaman savaş vardı.
– Evet, savaş vardı ve bu sizin suçunuzu örtüyordu değil mi?
21 Aralık 2010 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Kızımla sürekli giderdik oyunlara. Bu sene üniversiteye hazırlanıyor diye en güzel zevklerimizi ikinci hatta üçüncü plana ittik. Hata aslında... Aynı mekanda geçen bu tür hikayeleri severim. Rus oyunlarını hatırlatıyor. Sahneyi takip etmektense oyuncuya odaklanmak konsantre olmak ve oyuna dalıp gitmek daha kolay oluyor. Bu yüzden de hikaye daha etkileyici oluyor tabi.
YanıtlaSil