30 Ekim 2010 Cumartesi

Kaymakamlık Binası

Mayıs'ta bu blogda sözünü ettiğim binanın yenilenmesi tamamlanı. Bu fotoğrafı geçen ay çekmişim, onun da kaydı bulunsun burada.

Proje

Eylül 2010

22 Ekim 2010 Cuma

Bir Konçertonun Öyküsü

Besteci, 38 yaşındaydı. Moskova Konservatuarı’nda sürdürdüğü 11 yıllık müzik öğretmenliği kariyeri, hakkında çıkan eşcinsellik dedikoduları yüzünden bir yıl kadar önce sona ermişti. Eşcinsellik, ülkesi Rusya'da bir suç kabul edildiği, tutuklama ve Sibirya'ya sürgünle cezalandırıldığı için biran önce dedikodulara son verebilmek umuduyla bir öğrencisi ile evlendi ama düğün ertesinde büyük bir bunalıma düştü. Onu intihar girişimine sürükleyen bunalımdan çıkmak için henüz yeni evlendiği eşini terk etti; İsviçre’de Cenevre Gölü kıyısında dinlenerek kendini topladı. Tek keman konçertosunu işte o günlerde yazdı. 25 günde tamamladı.

Onu intiharın eşiğine getiren “geçici deliliği” göl kıyısındaki tatili sırasında sona erdi. Ancak yaratıcılığının en yüksek düzeye çıktığı zaman, yaşadığı duygusal gerilim dönemi idi. Sözlenmesi, evliliği, intihar girişimi arasındaki 6 aylık sürede daha önce başlamış olduğu bir senfoniyi ve bir operayı tamamlamıştı; her ikisi de ileride onun en değerli yapıtları arasında anılacaktı. Keman Konçertosunu ise iyileşme döneminde meydana getirdi; tamamlamasında bir öğrencisi yardımcı oldu. Aynı öğrencisinin aracılığıyla varlıklı bir dul bayanla tanıştı. Bu bayan, hiç yüzyüze gelmeseler de besteciyi yıllar boyunca hem parasal açıdan hem de mektuplarıyla duygusal açıdan destekledi. Besteci bu sayede artık maddi sıkıntı çekmeyecek, besteciliğe konsantre olabilecektir.

Keman konçertosunu hayranı olduğu bir keman virtüözüne ithaf etti. Ama ünlü kemancı, eseri reddetti. “Dostum, eseri lütfen keman için düzenledikten sonra getirin, bu haliyle onu kimse çalamaz” demişti. Konçerto, ancak 3 yıl sonra bir konserde seslendirilebilecekti.

Çalınamaz denen eseri 4 Aralık 1881’de Viyana’da bir filarmoni konserinde cesur bir kemancı seslendirdi. Ne yazık ki bu ilk seslendiriliş öncesinde doğru dürüst prova yapılamamıştı; orkestra eserin tamamını son derece yumuşak şekilde, ancak duyulacak biçimde seslendirince sanatçılar yuhalandı. Kemancı ise bu kötü deneyime rağmen konçertoyu konserlerinde çalmayı sürdürdü ve diğer Avrupa kentlerindeki konserlerde başarı kazandı. Hatta zamanla başta eseri reddeden virtüöz bile eseri repertuarına aldı. Eser, günümüzde en popüler ve en sık çalınan keman konçertolarından birisi.

Çaykosvki'den ve onun Keman Konçertosundan bahsediyorum. Dün gece kemancı Alexander Markov Bursa Senfoni Orkestrası eşliğinde seslendirdi. Pınar'la ben, ayakta kalan izleyicler arasındaydık(!) -İlk defa Bursa senfoni orkestasının bir haftalık konserini bizim gibi salonda yer bulamayan bir sürü kişinin ayakta izlediğine tanık oldum.- Markov, gene Bursalı dinleyicileri büyüledi ve her zamanki sempatikliğiyle alkışlara "eyvallah" diyerek yanıt verdi.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Tebrik

Pınar doktorasını savundu bitti. Artık doktor ikizi olmuş oldum. Tebrikler Pınar!


16 Ekim 2010 Cumartesi

Yeni ev arkadaşını takdimimdir



On gündür birlikte yaşıyoruz, birbirimize iyice alıştık... En çok modemin üstünde uyumayı, uyandığında kucağa çıkmayı seviyor..

12 Ekim 2010 Salı

Verin Zavallılara

Mithat Cemal Kuntay'ın şiiri peşindeki maceramdan sonra geçen hafta bir Tevfik Fikret şiirinin peşine düştüm. Şöyle oldu: Cuma akşamı devlet tiyatrosundaydım. Sarıpınar 1914 adlı oyunu izledim. Reşat Nuri Güntekin’in "Değirmen" adlı romanını Turgut Özakman çok başarılı bir şekilde oyunlaştırmış ve Bursa Devlet Tiyatrosu da çok başarılı bir şekilde sahneliyor. 100 sene öncesinin çıkarcı bürokratları, sözde aydınları, sorumsuz, düzeysiz basını pek değişmemiş ama sinirlenip üzülerek değil güldürerek izlettiriyor hepsini… Tüm Bursalılara oyun önerilir. Neyse efendim orada şair özentisi bir genç karakter vardı, habire yazdığı şiirleri söyleyen ve selam verirken de fesini düşürüp duran….işte o gence gazeteci ağabeyleri Sarıpınar depremi hakkında bir şiir yazmalarını söylüyorlardı. “Tevfik Fikret bile Balıkesir depremi hakkında yazdığı şiirle ünlü oldu, sen de bu depremle ünlü bir şair olursun” diyerek…. İşte bu cümleden itibaren oyundan bir parça koptum sanırım; merak damarım kabardı:"Hangi deprem, neymiş o şiir, nereden bulurum şiiri?" Neyse ki bulmak zor olmadı, öğrendiklerimi paylaşıyorum.

Söz konusu deprem, 1898 kışında meydana gelmiş. Balıkesir’in merkezi ve 27 köyü hasar görmüş. Koca Zelzele diye anılan bu afette fazla bir can kaybı yok (14 kişi) ama çok sayıda bina yıkıldığından karda kışta sokakta kalan çok insan olmuş. Büyük bir yardım kampanyası ile afetzedelerin yardımına koşulmuş… Tevfik Fikret de depremzedelerin durumunu Servet-i Fünun’da yayınladığı aşağıdaki dizelerle tasvir edip, insanları afetzedelere yardıma çağırmış… Şiir, nesre yakın oluşuyla yayınlandığında pek çok edebiyatçının tepkisini çeken eserlerinden birisi.


VERİN ZAVALLILARA
-Balıkesir Musâbîni İçin-
Harâb-ı zelzele bir köy; şu yanda bir çatının
Çürük direkleri dehşetle fırlamış öteden
Çamur yığıntısı şeklinde bir zemin katının
Yıkık temelleri manzûr; uzakta bir mesken
Zemine doğru eğilmiş, hemen sükut edecek;
Önünde bir kadın... Off, artık istemem görmek!
Bu levha kalbimi tahrik içinse kâfidir;
Tasavvur eyliyemem bir yürek, velev münkir,
Velev haîn ü mülevves, ki böyle bir hâli
Görüp de sızlamasın!... Şimdi siz bu timsâli,
Bu levh-i matemi her türlü dehşetiyle alın,
Şu muhterem vatanın bir kenâr-ı bâridine;
Bütün o manzara-i can şikâfı bir de kalın
Ridâ-yi berf ile örtün ki titresin de yine
İçinde saklıyarak sûzi-i felâketini-
Yabancı gözlere göstermesin sefâletini...
Nasıl tahammül eder sonra karşısında bunun,
Bunun, bu sahne-i pür-ye's-i girye-mehûnun
Biraz hamiyyet ü rikkatle sızlıyan dil-i pâk?...
Derin, iniltili çarpıntılarla sîne-i hâk
Teessürâtını söyler bu levh-i âlâma;
Sizin de kalbiniz elbet acır, değil mi? Verin,
Verin şu dullara, yoksul kalan şu eytâma,
Verin enîne gayet u bir yığın beşerin
!...